16 Kasım 2010 Salı

Bana Ahlakın Resmini Yapabilir misin Abidin

“ Ahlak“ dedi Sebastian, amatör porno kolleksyonumun durduğu rafların tozunu alırken. “ Ne kadar çekiştirilmeye müsait bir konu, öyle değil mi efendim? … “ Elbette “ diye cevapladım. Okumakta olduğum Eski Ahit’den kafamı kaldırıp duvarda asılı olan rahmetli Hendrik Goltzius’in Lut ve Kızları isimli tablosuna baktım bir süre…  “ Sevgili Sebastian” dedim, “Lut ve kızlarının hikayesini hatırlıyorsun değil mi ?”
   Kendi kendisini en iyi pazarlayan yaratığın insan olduğu konusunda tarih ve dinler tarihi şaşkınlık verecek kanıtlarla doludur. Bu gün de topluma en ince ayrıntısına kadar nüfuz eden pazarlama ve reklam kavramlarının artık  bir varoluş biçimi haline geldiğini rahatlıkla görebiliriz.
   Ahlak temeli etrafında gelişen düşüncelerin en önde gelen pazarlamacıları olarak adlandırabileceğimiz peygamberler, bu gün “insan” olarak tanımladığımız “şeyin”  tarih içerisine saçılmış küçük prototipleri gibidir. Zengin olanının da fakir olarak öleninin de pazarlamak durumunda kaldığı şey, aslında satışı pek de kolay olmayan bir şeydi. Soyut bir kavramın somut dediğimiz şeyle ilişkisini tanımlamaya çalışan kişinin işi pek de kolay olmasa gerek.
    Aynı zorlukları bu gün daha da farklı bir boyutta yaşayan ve yine öncülleri gibi algılanması çok da kolayl olmayan  “tartışmalı bir ürünü”, yepyeni bir paketle satan aydınlanma kahramanlarına rastlayabiliyoruz.
“İçsel barışımızı yakaladığımızda, dünya ile uyumlu  ve her şeyin dışından bakabilen tekamül sürecini kavramış yüksek varlıklara dönüşeceğiz”
“Peki abi…! Ne yapmak gerekiyo bu içsel barış için ?”
“Şimdi , meditasyon derslerimiz haftalık 30 lira, ayrıca sosyal faliyetlerimize katılıp dağ bayır nefes egzersizi  ve demli  ot servislerimizden faydalanmak isterseniz bi 100 lira daha ödüyorsunuz”
    Bu noktada Muhammed’in, Musa’nın ve İsa’nın aynı sistem üzerinden çalıştığını düşünelim.  Neticede satışı yapılan ürün aynı… Sadece felsefe, dinler tarihi ve dinlerin ortak noktalarından yola çıkarak “ ürünün” paketlemesi değiştirilmiş oluyor…? Yoksa içerik temelde aynı…!
    Para kazanarak hayatını idame ettirebilmek için uğraşan sıradan bir fahişenin bedenini pazarlaması bu noktada son derece kutsal ve yüceltilebilir olarak değerlendirilmeli. Çünkü “Tanrı(!) "gibi bu kadar subjektif bir kavramı , kendisine atfedilen bütün değerlerle birlikte konsantre bir hale getirip “insan” denen “şey” üzerinden pazarlayarak kazanç sağlamak pek de ahlaki olmasa gerek. Böyle bakıldığında da bunun bir çeşit din bezirganlığı olduğunu açıkça görülebilir.
   Ancak bu “yeni çağ” zihniyeti alt başlığı içerisinde toplayabileceğimiz yaklaşımın genel kabul gördüğü kitle, din bezirganlarının peşinden gittiğini pek kabullenmeyecek kadar eğitimli(!) , modern(!) ve liberal(!)… Bu yüzden ben sıradan bir cahil olarak onların yüksek kavrayışlarına erişemediğim için kendileri hakkında  atıp tutmaya pek cesaret edemiyorum. Aynı zamanda  bu aydınlanma  yolunun “ışıktan” neferleri sinirlenerek birer  Golem’e dönüşme yeteneğine de haiz olduklarından kendilerinden fena halde çekilnmekteyim de.
   “Tanrı” nın satışından çıkar elde etmek  bu gün için de fazlasıyla kazançlı gibi gözükmekte…
   Geçmiş peygamberler, sahabeler veya azizler  günümüzün imkanlarından uzak çok sıkıntılı pazarlama süreçleri geçirmişler. Halbuki, gelişen teknoloji ve globalleşen dünyanın nimetlerinden faydalanabilselerdi  kendi zamanlarının birer “Yeni Çağcısı” olarak eminim bu günün spritüel bezirganlarından çok daha fazla prim yaparlardı.  Gerçi günümüz şartlarında klasik dinlerin takipçileri de bu yeni düzenin  pazarlama metotlarını kendilerine uyarlayarak satışlarına devam ediyorlar ama asla liberal “Yeni Çağcılarımız” kadar pop olamıyorlar. Aksine sattıkları kasetler ve eğitim CD’leri “Altın Çağ” pazarlamacılarının kötü birer kopyası gibi duruyor. Popüler kültürün bir parçası olamadıkları için de yeterince modern gözükmüyorlar.
   Aziz Paul, Yeni Ahit’de yer alan mektuplarını  zincir mail sistemiyle internet üzerinden paylaşabilseydi keşke. Keşke o günlerde İlk Hristianlara karşı daha ılımlı bakan Roma vatandaşları, sosyal ağlar üzerinden birbirleri ile haberleşebilseydi ve  zavallı tek tanrılıların arenalarda aslanlara atılmasını da protesto edebilselerdi.  Mutlaka şu tip mesajlar yazan birileri çıkardı:
“ Küçük Paulus Kurtarıcısını Bekliyor”
“Zavallı Paulus,Roma ordusunda generalken hıristiyan oldu. Onun pek çok hıristiyan arkadaşı arenalarda aslanlara atılarak parçalatılıyor. Böylesi vahşi ve ilkel bir tavra karşı çıkan duyarlı Roma vatandaşları bir şeyler yapmalı. Yardımlarınız için bağışlarınızı bekliyoruz – Hıristiyan Sevenler Derneği.”
   Mekke’de yaşayan ilk sahabeler ellerine aldıkları sprey boyalarla Kabenin duvarlarına “Putlara Hayır” diye yazabilseler, belki bu modern tavırlarıyla Mekkeli marjinal gençlere de örnek olabilirlerdi.
   Belki de Musa 10 Emrin yazılı olduğu tabletlerle dağdan ineceğine, “10 Emir CD’leri” ile ümmetinin taptığı boğa heykelinin karşısında bir stand açsa daha modern bir tavır sergilemiş olacaktı.
   Keşke Buda, tek başına bir ağaçın dibinde oturacağına meditasyon-yoga kursu falan açabilseydi… Hem şık hem de son derece entellektüel gözükebilirdi böylece…
   Ne yazık ki bu kendi dönemlerinin “ Yeni Çağcıları” , günümüzünkiler kadar şanslı değillerdi… Klasik dinlerin devirlerini tamamlamış ve ilkel gözükmelerinin sebebi modern din bezirganlarının uyguladıkları popüler pazarlama metotlarını çok geriden takip ediyor olmalarından kaynaklanmakta sanki… Zira satılan “ürün” pek değişmiş gibi durmuyor.
   Ancak din bezirganları, klasik veya modern metotlardan hangisini izlerse izlesinler Hz.Lut’un düştüğü o ironik durumdan kurtulamıyorlar:
Eşcinselliğn yaygın olduğu Sodom ve Gomora’ya Lut peygamber gönderilir. Lut’un karısı da eş cinseldir ve tanrı bu iki şehrin halkları ile birlikte Lut’un karısını da cezalandırır. Lut, iki kızı ile birlikte bir mağraya yerleşir. Ancak olaylar şu şekilde gelişir:
“Yaradılış.19: 30 – 38” :
Lut ve Kızları - Hendrik Goltzius
- Lut, Soar'da kalmaktan korkuyordu. Bu yüzden iki kızıyla kentten ayrılarak dağa yerleşti, onlarla birlikte bir mağarada yaşamaya başladı. Büyük kızı küçüğüne, "babamız yaşlı" dedi, "dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok. Gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım." O gece babalarına şarap içirdiler. Büyük kız gidip babasıyla yattı. Ancak Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Ertesi gün büyük kız küçüğüne, "dün gece babamla yattım" dedi, "bu gece de ona şarap içirelim. soyumuzu yaşatmak için sen de onunla yat." O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi. Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldılar. Büyük kız bir erkek çocuk doğurdu, ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar'ın atasıdır. Küçük kızın da bir oğlu oldu, adını Ben-Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular'ın atasıdır.-
   Eşcinselleri uyarmak için gelen Lut, kızları tarafından sarhoş edilip yatağa atılarak ensest ilşki mağduru olmuştur. Elbette açıklaması genel geçer mantığa uygundur. “ Sarhoştum, hatırlamıyorum.”
Bizim yeni çağcı modern din bezirganlarımızın düştüğü durum da pek farklı değil. “Tanrı” denilen şeyi para karşılığı pazarlıyor olmak en az ensest kadar  can sıkıcı bir şey.  Modern, güleç ve kendiyle barışık ruhsal aydınlanmacılarımızın(!) sevimli yüzlerinde Hendrik Goltzius’in Lut ve Kızları isimli tablosunaki Lut’un bakışlarını görmemek elde değil sanırım…
   Ahlak gerçekten de çekiştirilmeye çok müsait bir konu… Öyle ki Hendrik Goltzius adaında bir adamcağızın tablosuna kadar uzatılıp sündürülebiliyor…
   Etrafa saçtığınız o sevgi ışığının içinizde pırıl pırıl parlaması umuduyla…!

20 Ekim 2010 Çarşamba

Sanat Sepet İçindir

- Sanatın ne olup ne olmadığı hakkında Sebastian ile birlikte karşılıklı atıp tutuyorduk. "Willendorf Venüsü'nü bilmeyen mektepli heykel sanatcısı olur mu abi?" dedi Sebastian. "Neden olmasın" dedim bilir bilmez. "Vardır muhakkak".-

 Eline fırçayı alıp ne boyarsa boyasın, yaptığı "şeyi" iyi pazarlayabiliyorsa insan "ressam" oluveriyor. Adamın bir şeyler yaratma kaygısının ceremeseni sanat çekiyor. Mesela, entellektüellik cephesinin çok da çaba harcanmadan kazanılan payelerinden biri fotoğraf sanatçılığı. Lise zekalı üç beş tane kadının resmini çekmek yeterli. Klişelerle süslü bu tip sanat masturbatörleri, "imgelemlerini" sağa sola sıvaştırmakta oldukça ustalar. Fonda çoğunlukla börtü böcek, deniz,su yada 3-5 ev-bina ve önde de bi lise zekalı kadın. Hah. Bir taşla iki kuş... Hem sanatını(!) icra ettmiş oluyor, hem de lise bilinçli dişiye kendi çapında bi top modellik bahşediyor böylece. Çeşit çeşit filtreler ve lensler nasılsa sanatımsı bir şeyler çıkartır ortaya. Alet işleyecek masturbatör övünecek.Bunların vizorden ne gördüğünü sandığını bilemiyor insan, ama pek matah bir şeyler olmadığını anlıyabiliyor.

    Çerden çöpten heykeller ve bi ton deforme tasarımdan oluşan "modern" bir sanat yaratabiliyor bu tarz sanat satıcıları. Ben cehaletimden dolayı o ulvi betimlemelerini tanımlayamadığım için böyle diyorum. Elbette yapıtlarının kataloğuna yada tanımlarına şöyle şeyler yazarak anlamlandırmaktalar bu eserlerini.

"İmgesel buhranları ve çağımızın yanlızlaştırdığı insanın gittikçe basitleşen doğasını tanımladığı bu çalışmasında temel vurgu elbetteki akla yapılmakta. Devinimin doğasını aslında bireyin kültürel evrimine yansıtmanın gerekliliği üzerine düşünmemiz gerekmekte. Neden bu tek düzelik. Yoksa biz de bu heykeller gibi içimizde sakladığımız ruhun  öznesi olmaktan çıkıp birer aynaya mı dönüşüyoruz... Yalnızlığımızı birbirimizin yüzüne vuran aynalara..."

    Böylece harika bir sanat yarattınız... Kutlarız...
    Ancak sormakta bir beis görmüyoruz: " Eser kendi meramını anlatmaktan o kadar uzak mı ki, bir de bu tarz açıklamalara ihtiyaç duyuyor sayın sanat satıcısı?" Kendisini açıklamak için edebiyatın haricinde yazıdan güç alan heykel,resim,müzik olur mu? Olsa olsa biri derdini anlatırken diğeri de onu tamamlar. Ama yok... Kendisini ifade edemeyen "şeylerin" altına yaz: " İmgesel tınıları işitselleştirdiği bu tasarımında vs..vs... Peki o zaman edebiyatla uğraşsana sayın sanat satıcısı. Heykelin meramını anlatamıyorsa altına bi de açıklayıcı resim mi yapıyorsun?

   Böylelikle sevgili yardımcım Sebastian ve ben, sanatın sepet için olduğu kanısına vardık.

   Tüm sanat satıcılarının zoruna gitmesi umuduyla...!


Notlar:
Resim 1 kendi meramını güzelce anlatan bir sanat eseriyken, Resim 2, derdini anlatabilmek için şöyle robotik bir yazıya ihtiyaç duymuş: " New York şehrinin sokaklarında kaybedilmiş eldivenlerin toplandığı, tekrar kurgulanıp yeniden kullanıldığı kayıp eşya bürosuna hoş geldiniz. Burada, kaybolan eldivenlerin reenkarnasyonlarına kişilik kazandıran, tamamen geri dönüşümlü malzemelerin kullanıldığı robotlar ile karşılaşacaksınız. Hareket; sensör, motor ve insan gücü ile alan robotlar üşümemek için ellerini birbirlerine sürtmektedirler. Eldivenlerin birbirlerine dikildiği ceket ise giyenleri sıcak tutacaktır."

  Bizim gibi cahil cüheyla ayak takımının anlamaktan çok uzak kaldığı bu tip "sanat" çalışmalarına anlam kazandırdığını tahmin ettiğm kelimelerin de altını çizmek isterim: "New York", "tekrar kurgulanmak", "eldiven reenkarnasyonu", "geri dönüşümlü malzeme".









Resim 2: Modern Şey



Resim 1:Hieronymus Bosch